Cumartesi, Şubat 18

Surları Aşmak

Fetih filmine gidenler görmüştür surlar aşılınca bildiğimiz(?!) cennet Bizans. Bir de şimdiki haline bakıp acaba adamlara mı bıraksaydık dedirtiyor. Filmin 17 milyon TL lik bütçesi sanırım taşa duvara gitmiş, figüran çok, tanımadığım oyuncular çok, ama onların da hakkını vermek lazım, iyi oynuyorlar. Filmde hayli kan revan var savaş filmi tabi olacak o kadar. Sultan Mehmet biraz ufak tefek ve burnu düzgün geldi gözüme fakat tarihteki bütün sosyal bilinirliklere değinilmiş; Ulubatlı Hasan, Mehmet'in şiir yazması, surların dibinin kayalık oluşu gibi. O aştı, biz rahatladık.
Ben de şu diz işini aşmakla uğraşıyorum, herkes rahatlar sonra. Bu dönem iyileşene kadar kemiririm herkesi en çabuk nasıl iyileşir sahalara ne zaman dönerim diye bayarım. Ağıyor, ağrıdıkça benim içim bir kötü oluyor böyle sanki iğrenç birşey görmüşüm gibi çekiliyor, ıhhyhh... Neyse 1 hafta yürüyüşe vereceğim kendimi, yapacak bir şey yok. Potansiyel yürüyüş ekürilerim kendini hazırlasın, darlanmaları yakındır.
Spor yapmasam en ala keş olurdum lafı da çok doğruymuş. Neden o kadar zorladığımı, ne düşünerek yaptığımı hiç bilmiyorum, sanki sadece yapmak iyi gelmekteydi gibi.
Filmde de bir sahnede bacak kopuyor dizden, offf, ben orda bittim zaten yahu.

Cumartesi, Şubat 11

Fotonlar ve Biz,Filler ve Çimen

Koskacaman bir yıldız ve üzerinde hiç hayat yok ama o olmasa diğer hayatlar bitecek. Böyle handikapların insanlarıyız işte biz de bu "earth" te. Zamanla ışığın fotonlardan oluştugu doğrusal gitmedigi gibi etkileyici keşifler oldu. Güneş istifini bozmadı, her ne saçmaktaysa devam etti. Bugün de karlı günlerin ardından güneş bize yüzünü gösterdi. (Ne klişe bir laf, ntv spikerimiyim neyim-sıyrıl !) Starbucks'a gitmek üzere gazetemi kolumun altına alıp evden çıktım, kapısında beni bekleyen sevdiceğimle beraber yeni sayılacak herkese tavsiye ettiğim koltuklu köşelerden güneş alan birini kaptık. Yağsız sütten şekersiz vailyalı latte aldı bense baharat çayı. Keyif yapmayı bilen bir tek biz değildik tabi, kitabını bisikletini köpeğini alan koşmuştu bu sevilen mekana. Selamiçeşme Starbucks bence Bebek tekinden sonra en iyisi. Kasmaz, germez; sanki "cadde"nin rahat sportif pozitif insanları orda toplanır. Erenköy filan gibi gereksiz ticky değildir cumartesi öğleden sonrası sivri topuklu kimse görülmez. Çalışanları da yalaka tipler değildir. "Hoşgeldiniz Bip Bey lattenizi yapıyoruz hemen efendim!" Bip Bey bugün başka birşey içerse ne olacak? Zaten o Bip Bey hiçbirzaman Selamçişme Starbucks'a gelmiyor, o yüzden içim rahat.
En sevdiğim şey sevgilimle market alışverişidir. Canımızın çektiği hoş değişik şeyler alalım, akşam için kendimize yemek seçelim abur cubur seçelim. Pek zorlanmayız da bu konuda, zaten herşey light reyondan ama gezmesi zevkli; "Aa bak ne çıkmış!" filan... Velhasıl kelam, %6 yağlı microwave popcorn adını bilmedigim  peynir topları  ve exotic meyve sularından alıp çıktık.
Gitar Hero'yu çözeceğiz akşama. Bir de 3D Smurfs var. Kısmet... Herkese iyi haftasonları, biliyorsunuz bunlar yalnız da yapılabilir o zaman da keyiflidir; güneş çıkınca neden sevgililer hortladı bir anda böyle demeyin, benim de bunları yalnız yapmışlığım çok var. :) Sarıldım herkese.

Çarşamba, Şubat 8

Açık Görüş

Açık açık görüşelim herşeyi. Kıvırmadan, oyalamadan sonuca gidelim.
Başarılı olabilecek sosyal zekan var ama agresifsin diyorlar. Mühendissin ama 7 yılda bitirdin. Güzelsin ama seksi değilsin diyen de var. Senle işim bitti, görevimi tamamladım artık ne halin varsa gör diyeni de gördük, seni seviyorum diyeni de. Yalan söyleyeni de oldu söylettireni de, egosuna yenik düşeni de var. Milyonlarca dolarlık işler yapıyorum fakat sana ancak asgari ücret verebilirim diyorlar. Bu sabah da mikrop kapmışsın kulağın iltihaplanmış dediler. İlaç bile verdiler. Bazen herkes yanımdaydı, gene yalnızsın dediler. Çok şey istiyorsun dediler. Artık sen çok büyüdün dediler. Onlar dedikçe ben küçüldüm. Parmak çocuk oldum, çiçekten çiçeğe kondum. Sihirli fasulyelere bile tırmandım, baktım, kara aslında görünüyor, uzak gözlüğümü evde sıcak yatağımda unutmuşum hepsi bu yüzden.

Pazartesi, Şubat 6

İklima Kutlamaları Sever

Bugün yine mezuniyetimi kutladım. Kaçıncı oldu bilmiyorum. Vesilesiyle yine güzel giyinip yine hoş duygularla güzel sohbetlerle vakit geçirdim. Sanırım bu climax oldu bundan sonra düşüşe geçer bu mezuniyet işi yerini ilk maaş kutlamasına bırakır. Olan var olmayan var demeyeceğim, ne yedim ne içtim ne yaptım bugün bunları anlatacağım. Hediyeni çok beğendim anne, seni seviyorum, bu bir.
Bebek semalarına doğru İstanbul un en pis arabasına binerek yola çıktık. Ama sanırım bugün İstanbul da bizden daha güzel kimse yoktu kusura bakmasın pazartesi sendromlu İstanbul Halkı, çakma sarışın tiftik gibi olmuş saçlarıyla Bebek kadınlarını bugün yuhaladık. Özellikle de taksi beklerken bizden 10 adım öteye yürüyüp önce binmeye çalışan ve başaran 3 kadın, siz ne ayaksınız ya? (taksi evet, arabayı da çektiler çünkü neyse ki Taz da güzel bi otoparkta geçirdi gününü Kuruçeşme'de) Somon ızgaramız fajitamız mozerella sticklerimizle hoş bi öğlen yemeği yiyip yürüyüş yapmak için tam çıkmıştık ki delici geçici rüzgarla afalladık. (somon ızgara normalden yağlı geldi bana ama tat süper, fajitada soğanlar o kadar çoktu ki neredeyse paket yapıp eve götürecektik-tat çok iyi, mozarella da orta halli) Soluğu bence dünyanın en güzel Starbucks ında aldık haliyle, bir küçük frambuazlı pasta ve tiramisunun yanında kahveyle kapanışı yaptık.(pasta çok iyi, tiramisu tırt almayın boşuna) İş trafiğine kalmadan tam vaktinde döndük.Bu arada ben telefonlara bakmamaya and içtiştim annemle bugünü kendimize ayırıp telefonda vakit geçirmeme çabasındaydık. Ne hikmetse herkes de beni bugün aradı, iş görüşmesi için de dahil. 10 cevapsız 4 mesaj filan vardı telefonu elime aldığımda. Güzel bir tesadüf oldu ilk iş görüşmesi randevusunu da bugün almış oldm onu kutlayamadık aynı güne denk geldi anne hadi iyisin. :))
Hemen sonra pılını pırtısını toplayan ben, spora koştu pek tabi. Yediklerimi yakabildgmi zannetmiyorum ama gene de hiçbirşey yapmamaktan iyidir. Yürüyerek gittim,15 dk şu bodyrock ın hareketlerini,45 dk pilates ve 15 dk da bisiklet yaparak içimi rahatlattım bir nebze. Akşam 2 yumurta beyazı,bir kasede yogurt ve baharatla karıştırılmış garnitür yedim. Snack olarak bi avuç badım-fındık karışımıyla 3 adet de kuru kayısı yedim, dayanamadım. Üzerine bi demlik dolusu ıhlamur içtim,midem ancak doldu. Yani anlayacağınız benim yedikçe yiyesem geliyor. Ruhum obez benim. Ama ben kutlamaları seviyorum. Bazı insan sevmez evde otursun ister gerek yok filan der, gerek var abi her zaman gerek var. Hergün başka birley kutlayalım peynir ekmekle de kutlayabiliriz. Temiz, özenli olalım; hakını verelim güzel sohbetler edelim yeter.

Cumartesi, Şubat 4

En Büyük Löp Et, Beyin

Balık filan yerken, küçükken, annemiz babamız vs. ayıklardı balığı bak yavrum burası löp et yut gitsin haydi bakayım, derdi. Biz de kılçıksız nefis agızda dağılan bu küçük balığı yutuverirdik büyük balık sıfatımızla. Acımasızdı ortam tabi, elleriyle bi havyanı parçalamakta olan ailenize bakış açınız biraz da çocukken sivrilmenizi sağlayan iq nuzla ilgilidir. Kendimi övmeyeyim, ne düşündügümü hatırlamıyorum gerçekten. Sanki hep aynıydım hep bunları düşünüyordum sadece yıllar geçtikçe ellerim ve ayaklarım büyüdü, göğüslerim hala aynı. Aynaya 20 yıl hiç bakmamış olsaydım herhalde şimdikinden çok farklı fikirlerim olurdu tipimle ilgili. Bana sorarsanız şapşal bi tipim var, her neyse.
Balık yemek de bir keyif işidir. Sabah Lana Sutra dinleyip cam demliğimle salondan papaganları izlemek kadar keyiflidir, ama nüans çaya attığımız karanfildedir. O çayı bir sade içmek vardır, bir de hazırlık aşamsında uykusuzluğu bahane etmeden hevesle içine atacak değişik birşeyler aramak. Bence beyindeki keyif lobu orada devreye giriyor. "Bak kızım, al sana fırsat azıcık keyif için baharatlığı indir o raftan sonra herşey bambaşka olacak." Arada bir de olsa çok güzel giyinin, güzel bir mekanda oturun, en ucuz içkiyi söyleyin, bardak çay bile olabilir, cam size keyif veriyorsa neden olmasın. Bulundugunuz ana bırakın kendinizi, güzel birşeyler yoksa siz olun o şeylerdeki güzellik. Dünya ancak böyle daha iyi bir yer olacak, dışarda valeyle kavga eden kadın/adam olmayın bırakın arabanın sağ tampon altında minik bir çizik olsun, boşverin.
En büyük löp et beyin azizim, yut gitsin.

Çarşamba, Şubat 1

Çevre Mühendisliği

İçeriğini hala bilmediğim ama geri dönüşümle bir alakası olabileceğine dair ipuçlarım bulunan bölümdür. Kendi çevremdeki mühendislik harikuladeliğine bakıyorum şimdi. Müfredatı katiyen sabit kalamayan dinamikler silsilesi olarak görüyorum. Bazı sabitler var tabi, fakat kısıtlar ve bağıntılar sürekli değişkenlik göstermekte. Bir kaç tane birlikte sürüklendiğimiz dostum var ve etrafımız sürekli değişiyor. Zaman zaman samimi olduğumuz kişiler bazen hayatımızdan kendiliğinden çıkıyor ya da biz çıkartıyoruz. Genelde biz çıkarmayız ama, onu tespit ettim. Sanırım bu değişkenin görevi bitince kendiliğindne denklemi terketmesiyle ilgili. Bir çeşit bilinçli, kendi kendine gelişen program. Sabitlerde de yanılmalar değişmeler uzaklaşma ve yakınlaşmalar oluyor olmuyor değil. Binlerce denklem kuruyoruz. Sinemaya gitme denklemi, yemeğe çıkma denklemi, kahve içme denklemi, kavga ve tartışma denklemleri... Kimin nerede durması nerede harekete geçmesi gerektiği aslında gözüküyor. Kendiliğinden herşey oluveriyor. Bu dinamiklerden memnunum. Bazı yerlerde hala bitmemiş işler var gibi gözükse de görevim bitince ben de başka denklemleri terkediyorum. Ben de başkalarının denklemlerindeki değişken/sabitlerden biriyim. Ölüm de sanırım bütün denklemlerdeki işlerin bitmesi ve hepsinden çıkmak oluyor bu durumda. Hoşuma giden bir laf var; hepimiz birilerinin eski sevgilileriyiz. Hepimiz zamanın çocuklarıyız ( zamanın çocugu/bir zamanların çocugu, iki anlamı da sevdim aynı anda düşünülmesi metni daha iyi yapıyor bence). Bu muhteşem doğallık, bu kusursuz dinamikler beni çok etkiliyor. Çözmeye ise hiç çalışmıyorum, bence bu herşeyi mahveder, bazı denklemler çözmemek için. Pi sayısının devrettigini görmek bizi mutlu etmeyecekti zaten.

Salı, Ocak 24

Küveti Dolduralım

Siyasetle hiç aram olamadı. Şu dünyayı yöneten dedigimiz tarzdan adamlardan hiç olamam. Amma velakin içimde sanki yönetiyormuşumcasına da bir güven var. Aptal mıyım? Yok, profilim olmadıgımı gösteriyor. Sanki birşey bekliyorum. Küçük birşey, ordan sonra çorap söküğü gibi gelecek gibi herşey.(iyi şarkı olur burdan) Gelecek olan ne ki? Onu da bilmiyorum.
Düşüncenin yaratılış anını hiç gözlemlediniz mi? Aklınıza birşey gelir ve .... bi aydınlanma mı olur? Köpüklenme mi? Yükselme mi? Nedir o yaratma hissi, bulma, "evreka hissi" nedir?
Küveti köpürttüğümde hep aynı şeyi görüyor ve duyuyorum. Tısss sesi ve patlayan baloncuklar, köpüklerin ardından yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlayan su. Temiz-pis-bulanık-berrak o duruma göre değişiyor. Onu öyle bir bağdaştırıyorum ki yaratmakla. Adeta, evreka bu işte!, diyorum. Zaten olanı açığa çıkarmak o halde yaratmak. Böyle küvette, tuvalette düşünüp duruyorum işte ben de. Zaman kavramını sorguluyorum, yaratıcılığın temeline inmeye çalışıyorum boş vakitlerimde.
Benim kafam bunlardayken nasıl düşünebilirim ki siyasi meseleleri, terörü filan,çok saçma buldugum şeylere sadece insanlar gerçek kılmış diye nasıl kendimi adayabilirim? Bir ara mat2 ye bile daha çok adamıştım.(abi aslında çok ilginç ya adamlar nası keşfetmiş bunları) Peki kendi düşüncelerim bana ekmek su olarak dönebilecek mi? Şayet dönemezse,vay halime...